Eserlere Göre Listeleme

- Bana sırrını söyle, sırdaş olalım. - Oyundan sonra söylerim. - Hayır, şimdi söyle! - Benim ninem uzaylı? Bir anda ağzından çıktı bu cümle. Donup kaldı. Şaşıp sarardı. Erol gülerek: - Uzayın neresinden ninen, dedi. - Bilmem, dedi Serdar. Ona sormak lazım. - Nine, sen uzayın neresindensin, diye sordu. Durup soluklanan nine: - Uzayın...

Gerçek Öyküler, Yirminci Yüzyıl'da uzaylılarla iletişim kurma iddiaları hakkında ilk kısaltılmamış ve dikkate değer yapıttır. Uzaylılara karşılaşmaları ve içeriklerini zaman dilimleri ile coğrafi bölgelere göre sıralayarak izliyor, bu olayların örneği veya benzeri görülmediğini gösteriyor. Öyküler, uzaylılarla temas olaylarına özellikle renklendiriyor. Bu kitap, doğru ve derinlemesine sorgulanmış kanıtları kullanarak, uzaylıların son yüzyıl içerisinde dünyaya neden geldiklerini aramızda neler yaptıklarını ve geleceğimiz üzerinde neler plandıklarını belgeleyen konuşmaları sergiliyor.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucus Mustafa Kemal Atatürk'ün, "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar ülkesi olamaz" demesine rağmen; aradan geçen onlarca yıl içinde ülkemizde pek çok "yalancı peygamber" gördük... İşin acı tarafı, bunların bir kısmının "Atatürkçülük maskesi" ardına saklanması idi. Son dönemlerde moda olan büyül kavram ise "kozmik" sözcüğü. Bu sözcük, "uzay" ya da uzaylı" sözcükleriyle, hatta "uçan daireler" ile birlikte anılır oldu. "Kozmik bilinç" aşağı, "kozmik enerji" yukarı!... İpin ucunu kaçıranlar, buna tüm zamanlarını ayırabilenler ise bilimsellik kılıfı altında "kozmik vahiylere" ulaştılar!.. Konunun çok derin iç ve dış boyutu bulunuyor. Bu kitapta; uzaylılar tarafından yazdırıldığı iddia edilen bir kitapta yer alan akıl almaz iddiaları, bu iddiaların bilimsel olarak yanıtlarını ve örgütün çalışma sistemini büyük bir ibretle okuyacaksınız.

Viktorya döneminin son çeyreğinde, tropikal kuşağın dört yanında ve ayrıca kuzey Çin’de, muazzam kuraklıklar tarımı tekrar tekrar enkaza çevirdi. Yaşanan kuraklıklar ve salgınlar, yoksul kırlarda 50 milyondan fazla insanın canına mal oldu. Bir zamanların yemyeşil toprakları kasvetli çöllere dönüşürken, Etiyopya, Çin ve Brezilya’nın bazı kesimlerinde, bir nükleer katliamı akla getirecek ölüm oranları ortaya çıktı. Büyük veba salgınından beri görülmemiş ölçekte bir insani trajedi doğurduğu halde, bu felaketin tarihi ve dünyanın ekonomik gelişimi üzerinde bıraktığı uzun süreli etkileri, ancak şimdilerde bütünlüklü bir bakış açısıyla inceleniyor. Mike Davis, “muson gizemi”nin peşine düşüp, 1870’ler ve 90’larda tarım mahsullerinin mahvolmasıyla gelen felaketlerde “El Nino / Güney Salınımı”nın parmak izlerini keşfeden bilimcilerin yüzyıllık sürek avına dair müthiş dedektiflik öyküsünü önümüze seriyor bir yandan da. Ne var ki, doğa ana bu kadar büyük bir katliamı pek nadiren tek başına düzenleyebilir. El Nino’nun da suç ortakları vardı: altın standardı ve Yeni Emperyalizm. Geleceğin “üçüncü dünya”sının, yani insanlığın sahip olanlar ve olmayanlar şeklinde, telafisi olanaksız bir biçimde bölünüşünün ana hatları, on dokuzuncu yüzyılın alacakaranlığında, iklim ile dünya ekonomisi arasındaki ölümcül etkileşimler eliyle çizilmiştir. “... bizim uğraşımız, dünya tarihinin devinimsiz sularında öylece unutulmuş ‘açlık diyarları’na bakmak değil, tropikal kuşak halklarına ait emeğin ve ürünlerin, sınırları belli bir zaman diliminde (1870-1914) Londra merkezli dünya ekonomisinin içerisine nasıl zoraki eklemlendiğini ele almaktır. Milyonlar, ‘modern dünya sistemi’nin sınırları dışında değil, bu sistemin ekonomik ve siyasi yapılarına zorla dahil edilmelerine yönelik sürecin tam da içinde öldüler. Onlar, liberal kapitalizmin altın çağında, Smith, Bentham ve Mill’in ‘kutsal’ ilkelerinin ‘tanrı buyruğu’ biçiminde hayata geçirilmesi ile katledildiler.” Mike Davis