. Ani ve kuvvetli bir hareketle, Norine'in o zamana kadar karnını saklamasını sağlayan o uzun iş gömleğini yakalamıştı; sonra dövüş esnasında meydana gelen bir yırtığa elini soktu ve kumaşı boydan boya yırttı; öyle ki Norine, karnının büyüdüğünü gördükçe umutsuzluğa kapıldı, elinden gelse yumruklarının olanca kuvvetiyel ezecek olduğu o baştan çıkarılmış zavallı kızın karnı acıklı haliyle meydana çıktı. İnkar etmesinin mümkünü yoktu. Elbisesinin kopçaları kopmuştu, karnı fırlamıştı, taşıyordu. Norine, titreyerek yüzünü kapattı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Beuchene sesini daha da yükselterek hemen.
- Rezalet, dayanılmaz bir resillik bu! Dedi. Matmazel Euphrasie size emrediyorum, susunuz. Bir kelime daha söylemenize katlanamam!
- Demek doğru, kabul ediyorsun öyle mi?.. Ah! Namussuz kız, öldüreceğim seni...
. Ani ve kuvvetli bir hareketle, Norine'in o zamana kadar karnını saklamasını sağlayan o uzun iş gömleğini yakalamıştı; sonra dövüş esnasında meydana gelen bir yırtığa elini soktu ve kumaşı boydan boya yırttı; öyle ki Norine, karnının büyüdüğünü gördükçe umutsuzluğa kapıldı, elinden gelse yumruklarının olanca kuvvetiyel ezecek olduğu o baştan çıkarılmış zavallı kızın karnı acıklı haliyle meydana çıktı. İnkar etmesinin mümkünü yoktu. Elbisesinin kopçaları kopmuştu, karnı fırlamıştı, taşıyordu. Norine, titreyerek yüzünü kapattı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Beuchene sesini daha da yükselterek hemen.
- Rezalet, dayanılmaz bir resillik bu! Dedi. Matmazel Euphrasie size emrediyorum, susunuz. Bir kelime daha söylemenize katlanamam!
- Demek doğru, kabul ediyorsun öyle mi?.. Ah! Namussuz kız, öldüreceğim seni...
Bir Anadolu yazması gibi yazdı şiirlerini Bedri Rahmi, kilim gibi dokudu: Çok sevdiği kirazları, narları, dutları işledi kağıtlara, yiğitliği, mertliği, aşkı sevdayı, özlemi işledi. Evrenin gizemini tek bir nar tanesinden çözmeye çalıştı o; bilgeliği, ılık, insan sıcağı bir gölün yüzeyinden akseder gibi ulaştı bize, öyle nahif, öyle pürüzsüz, öyle derin... Dol Karabakır Dol kitabında Bedri Rahmi'nin tüm şiir serüvenini izleme şansı bulacak, sadece şiirlerini değil, dolu dolu yaşayan bu "kocaman adam"ın ta içini okuyacaksınız.
Adının Emilie olduğunu söyleyen Hollandalı bir kadın Galler'in kuzeyinde eski bir çiftlik evine taşınır. Kocasını ve eski hayatını terk edip gelmiştir
buraya - ama neden? Neden ancak bir süreliğine kiraladığı bir çiftliğin bahçesini güzelleştirmeye adar kendini? Neden bucak bucak kaçar herkesten? Ve neden
kaçmadığı tek kişinin bir geceliğine çiftlikte konaklayan ve ardından kalmaya devam eden bir genç adamın varlığı ona hem mutluluk hem acı, hem huzur
hem de endişe verir? Kimin nesidir, nasıl bir kadındır bu "Emilie"?
Her şeyi bir çırpıda anlatan bir roman değil Dolambaç; kafamızdaki soru işaretleri yavaş yavaş, "Emilie"nin eski hayatına dair hatıraları ve hâlâ Hollanda'da
olan kocasının onu arama süreci sayesinde siliniyor, taşlar yerine oturuyor.
Bakker, duygusallığa kaçmadan okurda güçlü duygular uyandıran, yalın cümlelerle en karmaşık durumları resmedebilen, karakterlerin iç dünyalarını ve ruh
hallerini uzun uzadıya anlatmadan okura "hissettirebilen" bir yazar. Anlatımın sadeliğiyle içeriğin yoğunluğu keskin bir tezat oluşturuyor. Dolambaç da
bu meziyetlerden nasibini fazlasıyla almış, son derece kendine özgü, içe işleyen bir roman.
“Birçok dikkatsiz kadın, kendilerine bir sevgili bulmaksızın ve kocalarını da karşılarına almaksızın, her türlü cilveleşme yöntemine açıktır. Ama bu yöntemle kendilerini, bekleyen kaçınılmaz sondan daha tehlikeli bir sona sürüklerler. Bu bağlamda, sözünü açtığımız bu konuya en çok uyacak olay ise kuşkusuz Languedovc markizinin başına gelenlerdir.
Aklı bir karış havada, delidolu, neşeli ve açık görüşlü nazik bayan Guissac, Aumela baronuyla yaptığı mektup alışverişlerinin bir sorun yaratmayacağına inanıyordu. Böyle düşünmesinin başlıca nedeni bu mektupların zaten ortaya çıkmayacağına olan inancıydı; hatta bayan Guissac’a göre bu mektuplar bir gün ortaya çıkacak olursa da kocasına şöyle veya böyle masumiyetini kanıtlayacağına inanıyordu. Ancak yanılıyordu...”
Raki döviz alım satım işlerinde uzmanlaşmış, giyimine özen gösteren bir dolandırıcıydı. Kurbanlarını, ucuz döviz peşinde koşan varlıklı kişiler arasından
seçerdi. Piyasadaki kurun çok altında bir fiyatla döviz satmayı vaat ettiği uyanıkları peşine takar, çift kapılı binalara götürürdü. Banknot tomarlarıyla
ön kapıdan girip, arkadan sıvışan Raki?yi bekleyenler oracıkta ağaç olurlardı! "Ağaç olma? deyiminin Raki?den kaynaklandığı söylenir.
Mükemmel İngilizce konuşan Güney Zobu, ABD 6. Filosu'nun İstanbul ziyareti sırasında bir iş çevirmek üzere Amerikan subayı kıyafeti ile Hilton Oteli'nde
otururken, dönemin başbakanı Süleyman Demirel'in otele geldiği ve Güney Zobu'nun Süleyman Demirel ile bir Amerikan subayı olarak sohbet ettiği rivayetler
arasındadır.
Raki, 1992'de büyük bir iş yapmaya giderken, Beylerbeyi civarında Dev-Sol lideri Dursun Karataş'la karıştırılıp arabasına yüzlerce kurşun sıkılınca emekliye
ayrıldı. Hakkındaki suçlamalar da bir şekilde düşünce, meşru âlemde karar kıldı ve İstanbul Cihangir'de bir su istasyonu açtı.
Sülün Osman ve Raki?nin ortak yanları, her ikisinin de devletin parasıyla, garibanların ve yetimin hakkına el uzatmamış olmalarıydı. Onlar ava gidenleri
avlayarak, bir bakıma ahlaksızlığın ahlaki sınırlarını çizdiklerine inanmışlardı.
(Tanıtım Bülteninden)
Bir kentin tarihini, coğrafyasını, toplumsal hayatını, geçirdiği değişimleri, insan tiplerini, atmosferini, doğal güzelliklerini, unutulan değerlerini, yeme içme kültürünü, gecesini gündüzünü, yazını kışını, folklorunu, eğlence hayatını, daha bin türlü özelliğini, herkes kendince görür. Tarihçi başka, coğrafyacı başka, turizmci başka, asker başka, öğretmen bambaşka bir göz