Acı ne kadar derinde olsa da zamanla tüm çiçekler güneşe döner yüzünü…
Kalbin anahtarıdır gündüzsefası. Ruhlarında en derin izleri taşıyanları bile çiçekleriyle sarmalar, filizleriyle umut taşır. İşte böyle gündüzsefasının süslediği bir yüzen evde yaşayan Penny Wentworth, 1950’li yıllarda ünlü bir ressamla evlidir. Her şeye sahip olan Penny’nin tek eksiği ise küçük evlerini taçlandıracak bir bebektir. Ancak gün geçtikçe tek eksiğinin bu olmadığını anlayacaktır çünkü sevgiyi yürekten hissetmek gerekiyordur. Onun hissettiği tek şey ise içini kemiren acıdır…
Ada Santorini New York’ta yaşadığı trajediden sonra ağır depresyondadır. Kendini toparlamak için Seattle’a Tekneler Caddesi’ne gelir. Burada kiraladığı bir yüzen evde eski bir sandık bulur. Sandıkta Penny Wentworth adında bir kadına ait eski eşyalar vardır. Gariptir ki Tekneler Caddesi’ndeki hiç kimse bu kadınla ilgili konuşmak istememektedir. Merakına yenik düşen Ada, Penny’nin gizemli geçmişine adım atarken kendi geleceğini de örmeye başlayacaktır.
Okuyucuları kalemiyle büyüleyen Sarah Jio’dan bir başyapıt daha. Gündüzsefası’nı okurken, ne kadar imkânsız görünse de her şeyin bir umuda açılacağını göreceksiniz.
“Kitabı okuyup rafa kaldırdığınızda bile etkisinden kurtulamayacaksınız.”
Romantic Times
Acı ne kadar derinde olsa da zamanla tüm çiçekler güneşe döner yüzünü…
Kalbin anahtarıdır gündüzsefası. Ruhlarında en derin izleri taşıyanları bile çiçekleriyle sarmalar, filizleriyle umut taşır. İşte böyle gündüzsefasının süslediği bir yüzen evde yaşayan Penny Wentworth, 1950'li yıllarda ünlü bir ressamla evlidir. Her şeye sahip olan Penny'nin tek eksiği ise küçük evlerini taçlandıracak bir bebektir. Ancak gün geçtikçe tek eksiğinin bu olmadığını anlayacaktır çünkü sevgiyi yürekten hissetmek gerekiyordur. Onun hissettiği tek şey ise içini kemiren acıdır…
Ada Santorini New York'ta yaşadığı trajediden sonra ağır depresyondadır. Kendini toparlamak için Seattle'a Tekneler Caddesi'ne gelir. Burada kiraladığı bir yüzen evde eski bir sandık bulur. Sandıkta Penny Wentworth adında bir kadına ait eski eşyalar vardır. Gariptir ki Tekneler Caddesi'ndeki hiç kimse bu kadınla ilgili konuşmak istememektedir. Merakına yenik düşen Ada, Penny'nin gizemli geçmişine adım atarken kendi geleceğini de örmeye başlayacaktır.
Okuyucuları kalemiyle büyüleyen Sarah Jio'dan bir başyapıt daha. Gündüzsefası'nı okurken, ne kadar imkânsız görünse de her şeyin bir umuda açılacağını göreceksiniz.
"Kitabı okuyup rafa kaldırdığınızda bile etkisinden kurtulamayacaksınız."
Marc Augé'den hayat ile ölümün, düş ile gerçeğin, unutuş ile hatırlamanın sınırlarını muğlaklaştıran kısa anlatılar.
Ölüm döşeğindeyken bir anlığına komadan çıkıp kadim dostuna telefonda son bir kez hoşça kal diyen bir adam; bir zamanlar delicesine sevdiği kadını bulmak için sürekli hastaneden kaçan bir amnezi hastası; ölümünü ve cenaze törenini gazetenin ölüm ilanlarından öğrenen bir profesör...
Gündüz ve Gece Düşleri, insanın en gizemli kuyusu olan bilincin derinliklerine edebiyatla ışık tutuyor.
Yazarın, bilge Marta'nın ve çevrelerindeki insanların ve hatta ölümü yaşamış kişilerin duyguları, düşünceleri, rüyaları, inançları, dramları, kendilerini kendi içlerinde arayışları..
Birbirinden kopuk ancak sonuçta birbirini tamamlayan olayların, okurun yüreğini titretecek ve uzun süre düşünmesini sağlayacak felsefe yüklü anlatımı...
Seçkin bir dil kullanımı, kalıcı bir edebiyat örneği..
Biraz mahmur, biraz da keyifsizce çıktım dışarı. Yalpalayarak yürüyorum. Kızıl ışıklar, ufku perdeleyen siyah bulutları delmek üzere. Evler derin uykuda.
Serin bir rüzgâr yokluyor sokakları. Sahipsiz kediler ve köpekler, çöp yığınlarını karıştırmaktan yorgun. Kâğıt toplayanlar da birer ikişer caddelere,
sokaklara dağılıyor.
Sabah yakın.
Güneş kirli sarı rengiyle çivit mavisi gökyüzünü dipten dipten kovarken serçeler çoktan uyanmış, heyecanla insanları sabahı karşılamaya çağırıyorlar. Bir
durgunluk var her tarafta. Adımlarım kararsız. Sabahın eşiğindeki şehrin bu en bakir vaktini içimde hissetmek için kendimi yoklayınca, düşüncelerim birbiriyle
ilgisiz şeylere kaydı. Dışımdaki sessizlik beni hesaba çekiyor. İçimdeki ve dışımdaki sessiz ses birbirine tutunuyor. Seslerde ezelden beri biriken sonsuzluğun
yankısı derinliğine çekiyor beni.
Boşluğu taşıyan adımlarım yönünü buldu. Apayrı bir kımıldanış var şimdi içimde.
Jack London, Güneş Çocuğu'nda, Güney denizlerinin yakıcı güneşi altında birbirlerine karşı kıran kırana bir yaşama mücadelesi veren insanları sürükleyici bir dille anlatıyor. Yamyamlar, kelle avcıları, korsanlar, inci simsarları, aç gözlü tüccarlar, serüven düşkünü beyaz adamlar, kumarcılar...