Birinci baskıda "Masal" başlığı altında yayımlamış olduğum aşağıdaki öyküler, aslında iyi dostum olan bazılarınca salt bu başlık yüzünden ok^^adan bir yana ahlmak talihsizliğine uğramışlardır: O zamanki önsözde, ikinci parçanın daha çok zarif bir söylence biçiminde kendini gösterdiği, üçüncünün "özgün bir öykü" olduğu konusunda güvence vermem bile işe yaramamışta. Her günkü alışılmış dünyayı, belki trenle gidecek yerde kanatlarla havada uçulan bir dünyayla değiştirmek, ins^ o kadar yadırgahr ki... Bundan başka -pek haklı olarak- masal, saygınlığını yitirmiş, üst^ıkörü ve renkli resimlerle süslü yazılar sayesinde sürüm sağlamaya girişen birtakım genç heveslilerin konusu olmuştur; bu yazı türünde gerçek usta elinden çıkan birkaç masal da karışıklık içinde yitip gitmektedir.
Bu durum göz önüne alınarak, küçük kitap ikinci yolculuğuna başlarken daha az göze batan bir ad veriiniiş ve bunda, hala eski zamanları yaşatan bir çocukluk anısı rol oynamışhr.
Oyun arkadaşlarımızın en yiğitlerinden birisi, yoksul bir eskicinin oğlu ve yıllardan beri belediyenin bakhğı yetim bir çocuk
Theodor Storm
olan "Haydut Hans"tr; haydut takma adım, en çok sevdiğimiz "hırsız-polis" oyunundaki üstün başarılarıyla herkesten çok hak ederek kaz^^nıştr. Bundan başka, bu mert ve şakacı çocuğun, çok beğendiğimiz bir yeteneği daha vardı.
Okul saatlerinden sonra, havanın çabucak karardığı o uzun güz akşamlarında, oyun oynayamaz olunca, herhangi bir ev merdiveninin basamaklarında toplanırdık; işte öykü anlatmanm sırası o zaman gelirdi. Bunda da us^^ur yine Hans'h. Bizi kah korkudan tir tir titrettiği, kah k^^a-halarla güldürdüğü garip öyküler kim bilir aklına nereden gelirdi. Bu öykü anlatma mevsiminde özellikle yurdumuzdaki halk inancının düşlemleri içimizde o kadar canlı bir d^^m alırdı ki, bir keresinde bab^^n ahırının d^^ndaki delikten Cin'in dışarıya baktrğım iyice gördük; av bıçakları ve çiçek herekleriyle silahlanarak Cin'e karşı her yandan boşuna bir sefere giriştik.
Masal dinleme yerimiz ne kadar gizli olursa, öyküler o oranda tatlı dinlenirdi. Saklı öykü yerlerini yeğleme duygusu, özellikle beni her zaman saklanacak yeni köşeler bulmaya yönlendirirdi; bu aradaki en iyi buluşum, büyük, boş bir fıçı oldu. Bu fıçı, yazı odasına yakın, "Ambar" adını verdiğimiz yerde dururdu; kısa sürede, yalnızca benimle Hans tarafından ziyaret edilen kutsal bir yere dönüştü. Akşamları,
Kır Atlı
hesap dersinden sonra, bunun içinde birlikte çömelir, yetecek kadar ufak mum araklarıyla doldurduğumuz küçük el fenerini kucağımıza alır, fıçının üstünde bulunan birkaç tahtayla ağzını yeniden örterdik; böylece en gizli bir odacıkta karşı karşıya otururmuş gibi olurduk. Sonra, akşamleyin herkes yazı odasına giderken, fıçıdan bir mırılh yükseldiğini işittikleri ve ara sıra ışık parılniarı^n sızdığmı gördükleri zaman, yaşlı yazman bunun nedenini iyice aniatamazdı.
Bu arada Hans'la ben nerelerdeydik? Yukarıya doğru yavaş yavaş yükselirken günlük yaşamdan iyice ayrılırdık. öyle ki, okulla ve dünyayla ilgili bütün tozlar rüzgarda dalgalanan giysilerimizden uçup giderdi. Biz, yükseklerin temiz havasmı içimize çekerken, alımızda düzensiz çekimli fiilleriyle eski kolej, yetim çocukların yatakl^^un durduğu kötü kerpiç zeminli sağır mahzen, derinliklerin sisi içinde kalırdı.
Ne var ki, kulede saat yediyi çaldığı zaman avlu kapısından beni akşam yemeğine çağıran hizmetçi kızın soprano sesi, yukarıya, bize kadar bile gelirdi. O zaman kendimizi birdenbire gene dar fıçımızda oturur bulurduk; fıçı^rn yanları çahrdayıncaya kadar bir kez daha gerinir, sonra kenarına hrmanarak günlük yaşama dönerdik: Ama bundan sonra daha uzun süre, içimizde bu
Theodor Storm
dünyadan olmayan bir ışık bulunduğunu herkes yüzümüzden okuyabilirdi.
O zamandan bu yana kırk yıl ve daha da uzun bir süre geçti. Benim Haydut Hans'ım garip bir şansla, yaşlılığında bir kez daha belediyenin bakhğı yetim bir çocuk oldu.
Acaba bir ölümlü olduğu halde o bölgelere çok fazla mı uçmuştu? Şu yaşadığımız dünyaya, bir çeyrek yüzyıl, çalışkan bir gemi dülgeri olarak hizmet ettikten sonra hastalandı, uzun yıllar bu dünyada rahah-nı bulamadı. Böylelikle bir düşkünler evine girdi. Ama yavaş yavaş yine iyileşti, şimdi rahatı yerindedir; kendi isteğine göre, hoşnut bir durumda, iyi çalışmaktadır; gerçi karısını çoktan gömmüştür; ama çocuklarının uzakta iyi bakıldıklarını bilir. Şimdi kırlaşmış saçlarıyla k^^m, mert yüzü karşıma çıktığı zaman, eğilerek birbirimizi selamlarız: Kara gözleri sanki bana: "O zamanlar fıçıda nasıl oturduğumuzu hala anımsıyor musun? Bunu yalnızca ikimiz biliriz, değil mi? O ne güzel günlerdi!" demek istermiş gibi alaylı alaylı parıldar.
İşte bu yeni "Masal"m, eskileri kadar
güçlü olup olmadığını okuyucu bakalım şimdi bir denesin! Yolculuk fazla uzun sürmeyecek ve yeni zamanımızın pratik kafalarını, baş dönmesine uğratacak kadar yükseklere çıkılmayacaktır.