Dalmaçyada Ermeni bir beyin yanında yamaklık eden on-oniki yaşlarındaki Jozef Maskoviç isimli çocuk, Zemberirin en fırtınalı günlerinde buzlar üzerinde yalınayak eve su taşımakta iken, komşularından fakir ve dul bir kadıncağız bu hale üzülüp kocasından yadigar bir çift partal kundurayı çocuğun ayaklarına giydirmişti.
Aradan çok uzun yıllar geçti.
Bu arada Osmanlılar o yerleri fethetti; kadın da İslamiyetle hidayet buldu.
Günlerden bir gün, iyiden iyiye yaşlanmış olan kadıncağızın kapısı çalınıp önüne bir torba bırakıldı. Torbayı açan ihtiyar eller, vaktiyle kocasının olan o bir çift partal kunduraya dokununca, birdenbire takattan kesildi, kıpırdamaz oldu.
Kadıncağız neden sonra baktı ki, ayakkabıların her ikisinin de içleri altın dolu. Yoksul hasırının üzerine dökülen altınları toplayayım derken, gözleri küçük bir kağıt parçasına ilişti. Yarım saat kadar sonra, kasaba imamı kadıncağıza bu tek cümlelik pusulayı okuyordu:
Anacığım! Buzdan donmuş çıplak ayaklarına bu kunduraları giydirdiğin çocuk, sana olan borcunu ödemeye çalışıyor.
Bu pusulanın Osmanlı Devletinin kaptan-ı deryalarından, Hanya fatihi Silahtar Yusuf Paşanın divitinden akan mürekkeple yazıldığını, o gün hiç kimsecikler anlamayacaktı.
Ta ki, Osmanlı arşivinden söz konusu altınların muhasebesini tutan belge ortaya çıkıncaya kadar
Ya gerçekten yaşanmış veya gerçeğe ayna tutmak için tasarlanmış olayların harmanlandığı bir kitap olarak Ümit Öyküleri, okuyanı insan gerçeğine, insan sıcaklığına, yürek ülkesine, akıl ülkesine, ümide, aydınlık bir ruh iklimine çağırıyor. Duygulandırırken düşündürüyor. Düşündürürken duygulandırıyor.
Ümit Öykülerinin sizlere anlam ülkesine doğru keyifli ve ayna zamanda zihin açıcı bir yolculuk yaşatacağını umuyor; hepinize iyi yolculuklar diliyoruz...