Özge Baykan, genç ve genç olmanın tüm olumlu özelliklerini kendinde toplamış bir yazar. Konuşmayan Adam, kısa sayılmayacak bir anlatı. 68 Bölümden oluşan anlatı büyük bir metafordan oluşuyor. Ve daha ilk satırlarında deyim yerindeyse giz çözülüyor: Konuşmayan Adam her keşfinin önceden başkaları tarafından zaten ortaya çıkarılmış olduğunu gördüğünde sustu. Her yeni gün kimileri için yeni şeyler getirir kimileri içinse önceki günlerin tekrarından başka bir şey değildir. Bu ruh durumunun edebiyattaki karşılığı ‘artık yeni bir şey söylenemez’dir. Konuşmayan Adam böyle düşündüğü için susuyor. Fakat yazının kendi içinde barındırdığı paradoksun sonucu olarak kitabın yazarı Özge Baykan bunları yazarak ‘konuşmuş’ oluyor. Söylediklerinin bir çoğunun daha önce söylenmiş olduğunu bile bile konuşuyor. Okurlarına bu hipotetik kahramanını anlatıyor. Kimi zaman adamın zihninin içinden, kimi zaman adamın ilişki içinde bulunduğu diğer insanların ağzından. Kitabı ilk okuduğumda bunu neden yaptığını sordum kendi kendime. Çünkü bir taraftan da işlek bir zekaya işaret eden üslubu, ironik anlatımı, zengin göndermeler dünyası onu kuşağının diğer yazar ve yazar adaylarından ayırıyor; söyleyecek sözleri olan bir yazar sınıfına sokuyor. Anlatı boyunca süregiden mizah duygusu okuyucuyu uyanık tutmaya yetiyor. Peki o halde neden başka bir şey değil de Konuşmayan Adam?
Büyük ironi ustası Oğuz Atay’ın neredeyse tek başına bir otoban gibi Türk edebiyatının ortasından geçip giden yoluna çok yakın Baykan’ın anlatısı. Oysa zaman değişmiştir. Tutunamayanlar’ın tarihsel konumunu oluşturan koşullar farklılaştığı için Konuşmayan Adam’ı bir tür devamlılık olarak da görmek olası değil. Ve ikinci bölümün başında yazar ayrımın altını çiziyor: Konuşmayan Adam tutunamayan olarak da görülebilir. Ama tutunamaması konuşmamasından kaynaklanmıyor. Ayrımı iyi yapmak gerek. Asıl sorunu, düşüncelerinin yaratıcı olmadığına inanması. Kendini genellemiş. Sonra da işin içinden çıkamamış. Bu satırları okuduğumda ister istemez Konuşmayan Adam’ın bir Oğuz Atay okuması olduğunu düşündüm, ve güzel tarafı, Atay’ın çizdiği karakterin bir tekrarı olmaması. Ayrımın net bir biçimde yapılmış olması: Yaratıcı düşünce sorunsalı! Düşünen, okuyan, yazan herkesin bir biçimde yüzleşmek zorunda olduğu evrensel bir bilmece gündeme geliyor. Özgün bir şey yaratılabilir mi? Soruyu değiştirip defalarca, başka biçimlerde tekrar sormak olası. Özü hiç değişmeyen bir soru. Atay’ın kahramanları (ya da anlatılarının tek büyük meta-kahramanı) bir biçimde toplumla, yaşadığı kültürle hesaplaşma halindedir. Kültürel iklimin yarattığı kutuplaşmalar (Doğu-Batı sorunu) zaman zaman bir leitmotive olmaktan öteye geçerek anlatılarının merkezine oturur. Oysa Baykan’ın anlatısında bu sorunlar neredeyse bir ustalara saygı köşeleri gibi geçiştirilmiş, asıl sorunun çok daha evrensel bir boyutta olduğunun altı çizilmiştir. ‘Özgün bir şey söyleme’ sorunu sanatsal yaratının bir iç meselesi olmaktan çıkarılıp gündelik yaşamın her katmanına haritalandığında ortaya Konuşmayan Adam anlatısı çıkmıştır. Ve bence en önemlisi, Atay’a bir düzeyde verilen yanıt: Atay kahramanlarının içine düştükleri çıkışsızlığa kültürel bir sorunu adres olarak vermekte; Baykan ise soruyu değiştirerek insanın yaratıcılığı ve özgünlüğü sorunlarını işaret etmektedir. Söz daha önce söylenmiştir, kimin tarafından söylendiği önemli değildir. Yaşam bir alıntıdır diyor Baykan, başkalarının daha önce söyledikleri. Atay’ın kahramanlarının sancısı da bir düzeyde Batı’nın yanıtları ‘biz’den önce söylemiş olması değil midir?
Kitabın altbaşlığı asıl başlığın ve kitabın iddiasını belki biraz inceltmek için konulmuş gibi. Yaşamı Kapsamayan Bir Anlatı! Yine de bir iddia barındırıyor. Hatta kitap okuyup bitirildiğinde başka düzeylerde göndermeleri de olduğu anlaşılıyor. Eğer bir anlatının altbaşlığı olarak bu niteleme seçilmişse, yazarının “evet bu yaşamı kapsamayan bir anlatı, fakat yaşamı kapsayan bir anlatı olabilir mi” sorusunu ima ettiğini söylemek de olası.
Bir de anlatıya serpiştirilmiş olan, kitabın yapısal özgünlüğüne katkıda bulunan Yaşam Zaten Nedir Ki Serisi var. Bunlar şiir biçiminde yazılmış, anlatıdan bağımsız gibi duran okur tarafından özgürce yorumlanabilecek metinler silsilesi. Anlatı ile şiirin bir arada durabileceklerine iyi bir örnek.
Yaşamda raslantılara inanmam. Söz konusu yazı olunca da rastlantılar büyüler beni. Konuşmayan Adam’ı yayına hazırlarken, bir kitap kitaplığımdan adeta kendi başına çıkıp masama kondu: Umutsuzlar Parkı. Edip Cansever’in Yeditepe Yayınları’nca 1958 yılında basılmış bir şiir kitabı. Daha ilk sayfalarında yazının başında alıntılamış olduğum mısralar ile karşılaştım. İlahi bir şaka gibiydi: her şeyin daha önce söylenmiş olduğuna dair küçük bir şaka. Önemli değil, Umutsuzlar Parkı’nı zevkle bir kez daha okudum, üstelik bu sefer Özge Baykan’ın katkılarıyla…
GETEM
Boğaziçi Üniversitesi
Kuzey Kampüs Kuzey Park Binası
Kat:1 Oda No:114
34342 Bebek / İstanbul
Telefonlarımız :
+90 212 359 76 59
+90 212 359 75 38
Whatsapp Hattı (Sadece mesaj): +90 539 308 95 77
e-posta: geteminfo@bogazici.edu.tr